31 Ekim 2012 Çarşamba

Kabataş-Adalar Vapuru,Heybeliada,Mavi Restaurant


Bu hafta ziyaretimize Burdur’dan annem ve babam geldi. Onları daha önce hiç Adalar’a götürmemiştik. Pazar günümüzü hep birlikte Heybeliada gezisi ile değerlendirmeye karar verdik. Heybeliada’yı tercih sebebimiz yürüyüş yolunun daha kısa ve iniş çıkışların daha az olmasıydı.
Kabataş’tan 1,5 saat vapur yolculuğu sonrasında Heybeliada’ya vardık. Önce sahil kafelerinin birinde birer yorgunluk çayı içtik ve iki taraflı ada evlerinin olduğu manzaralı ve yeşilliklerle dolu yoldan yürüyüşe başladık. Bu yol aynı zamanda fayton ve bisiklet yolu. Aslında bisiklet bizim de tercihimiz olabilirdi ama annem bisiklet binmeyi bilmediği için yürüyüşü tercih ettik. Yaklaşık 8 km olarak tahmin ettiğimiz yolu dinlene dinlene 3 saatte kat ettik. Daha önce Polonezköy yürüyüş parkuru için yazdığım tuvalet eleştirisini burası için de belirtmeliyim. Uzun yürüyüş parkurunda maalesef tuvalet yok.
Yürüyüş sonrasında karnımız acıktı. Ben ilk defa gittiğim bir yerde yemek yiyeceğimde esnafa sorarım. Bu defa yine öyle yaptım ve Mavi Restaurant yanıtını aldım. Mekân sahildeki diğer restaurantlara göre daha doluydu. Bu da benim için önemli bir tercih sebebidir. Özellikle yerli halkın mekânı tercihi beni de o mekâna yönlendirir. Mavi Restaurantta biraz vakit geçirince yan masalardaki konuşmalardan müşterilerin çoğunluğunun ada sakinleri olduğunu fark ettik.
Tekir tava, istavrit tava ve ızgara köfte ile salata, yoğurtlu patlıcan kızartma ve enginar dolması sipariş ettik. Birer de birayla pek güzel oldu. Tekir ve istavritler hem taze hem de kıvamında kızartılmıştı, çıtır çıtırdı. Izgara köfte sıradandı. Salata ve kızartmayı beğendik. Bu restauranttaki akılda kalıcı tek olağanüstü lezzet enginar dolmasıydı. Gerçekten yediğim en güzel enginar dolması bu oldu.4 kişi bu yemeğe 110 TL ödedik. Bunun 8 TL’si kuver ve 10 TL’si de garsoniye ücreti idi. Benim kuver ve garsoniye ücreti konusundaki olumsuz görüşüm malum. Bu ücretleri alan lokantaları hiç etik bulmuyorum. Bu yüzden bir de bahşiş bırakmadık. Zaten ekstra bahşişi hak edecek bir servisleri de olmadı. Sonuç olarak mekan, lezzet ve servisi değerlendirecek olursak bence fiyat-beklenti oranı dengeliydi. Ancak kuver ve garsoniye ücreti gibi hesap şişirmeye yönelik uygulamalarından ötürü sınıfta kaldılar.
Dönüşte vapur çok kalabalıktı. Dördümüzde ayrı yerlere oturmak zorunda kaldık. Hatta yolculuğun bir kısmını eşimle ben yerde oturarak geçirdik. Pazar günleri akşam üstü daha fazla vapur seferi koymak gerekir kanımca.




23 Ekim 2012 Salı

Dolmabahçe Caddesi,Karaköyüm Restaurant


Dolmabahçe Caddesinin geniş kaldırımları bizim çoğunlukla tercih ettiğimiz yürüyüş güzergahımızdır. Bazen Dolmabahçe Cafe’de soluklanırız.Burasının harika bir konumu var.Boğazın serin dalgalarının dibinde çayınızı yudumlayabilirsiniz.Mevkisi ve denize sıfır olmasına rağmen çok ucuz bir mekandır.Sanırım devlet tarafından işletildiği için böyle.Tabi servisi tahmin edersiniz yine aynı sebepten ötürü çok yavaş.
Bu akşam yürüyüşümüzü Karaköy’e kadar uzattık.2 yıldır gitmediğim ama aslında çok sevdiğim bir lokantaya eşimi götürdüm; Karaköyüm Restaurant.Tramvay yolu üzerinde Bankalar Han’ının en üst katındaki,tarihi yarımada manzaralı mekanı iki sevimli ve işbilir hanımefendi işletiyor.Biz gittiğimizde lokantada bir nişan töreni vardı.Yine de bizi bir köşede ağırladılar.Başlangıç olarak şefin seçimi 4 çeşit mezeden oluşan meze tabağı,peynir-kavun ve Akdeniz Salatası,ana yemek olarak ise eşim Levrek Pane ,ben de Levrek Bohçası ısmarladık.Tabi birer duble de rakı.Mezeler,çerkes tavuğu,haydari,pancar turşusu,deniz börülcesiydi.Gerçekten hepsi çok lezzetliydi.Levrek paneyi eşim çok beğendi.Ben de ucundan tattım ve beğendim.Üstelik bitiremeyeceğimiz kadar büyük bir porsiyondu.Fazlasını apartmandaki kedimiz için paketlettik.Bu arada apartmanın önünde bazen de içinde beslediğimiz bir kedimiz var.Adı “Sürtük”.Yanlış anlaşılmasın,insanın bacaklarına sürtünmeye bayılıyor.O yüzden ismi öyle.Neyse levreğe dönelim.Benim Levrek Bohçası yufka benzeri bir hamur işine sarılı geldi.Üzerinde kaşar eritilmişti.Lezzet gerçekten üst düzeydeydi.Ama ben de yemeğimi bitiremedim,çünkü bu da büyük porsiyondu.Keşke garsonumuz bizi porsiyonların büyüklüğü konusunda uyarsaydı demekten kendimizi alamadık.Sadece bir ana yemek bize yetecekti.İşte “Mükemmellik ayrıntıda gizlidir” lafı böyle durumlar için geçerli.Mekan çok güzel,lezzetler harika,servis iyi,manzaranın dünyada eşi yok ama bu küçük ayrıntı eleştiri noktamız oldu.Fazla büyüttüğümü düşünmeyin çünkü büyük porsiyon yemek veren bir çok lokantada yiyemeyeceğim kadar sipariş verdiğimi gören garsonların uyarılarıyla karşılaştım ve çok memnun oldum.Servis konusunda bir yazı yazmam gerekecek sanırım.
Yemeğin üzerine Antakya usulü hazırlanmış kabak tatlısı yedik.Tatlının üzerine Antalya usulü tahin koydurduk.Yanında çayla pek güzel oldu.Toplam 110 TL hesap ödedik.Lezzet,mekan ve servisi göz önüne alarak fiyat-beklenti oranı bence dengeliydi.
Eşim Karaköyüm Restaurant’a bayıldı.Hatta en favori lokantası Ayazpaşa Rus Lokantası idi.Şimdi Karaköyüm Restaurant oldu.




14 Ekim 2012 Pazar

Beşiktaş-Kadıköy Vapuru, Çiya, Baylan Pastanesi


Fenerbahçe taraftarı olmam nedeniyle Kadıköy bana hep sempatik gelmiştir. Çarşısı, sahafları, lokantaları, antikacıları, Bahariye Caddesi, Moda ve daha birçok yeri.
Bu Pazar eşimle Kadıköy gezisi yapmaya karar verdik. Beşiktaş’tan vapurla Kadıköy’e geçtik. Yazın son günlerinde vapurun yan tarafında seyahat etmek çok keyifli oldu. Çarşıda biraz turladıktan sonra ilk durağımız Çiya oldu. Bu lokanta son zamanlarda epey gözde. Kebap bölümü ve yöresel yemekler bölümü olarak ayrılmış. Biz çoktandır lahmacun yemediğimiz için 2 lahmacun,2 ayran sipariş ettik. Lahmacun kaliteli bir lahmacundan beklenebilecek her şeye sahipti. Dürüstçe hazırlandığı belliydi. Ayran ise pakette geldi. Bence Çiya formatındaki bir lokanta kendi ayranını sunmalı.15 TL hesap ödedik. Lezzet, mekân, servis göz önüne alınacak olursa bence fiyat-beklenti oranı dengeliydi.
Yöresel yemeklerin satıldığı bölümde yabancı turist yoğunluğu dikkatimi çekti. Ben daha önce buranın yöresel yemeklerinin tadına baktığım için lezzetini biliyorum. Yabancıların da burayı keşfetmiş olması çok hoşuma gitti. Demek ki iletişim çağında iyi şeyler hızla tüm dünyaya yayılabiliyor.
Yemek sonrası Akmar Pasajındaki sahafları gezdik. Bahariye caddesinde vitrin yürüyüşü yaptık. Eve dönmeden önce epeydir methini duyduğumuz Baylan Pastanesinde Kup Griye yemeye gittik. Bu tatlı Baylan tarafından icat edilmiş ve pastanenin alamet-i farikası olmuş. Yani Baylan bu tatlıyla anılıyor. Vanilyalı ve karamelli dondurma üzerine krem şanti, içine bal badem ve üzerine de karamel sos konarak hazırlanmış. Ben çok beğendim. Krem şantiyi pek sevmem ama buradakini sanırım kendileri hazırlamıştı. Çok güzeldi. Eşim ise pek beğenmedi. Tatlısı fazla geldi. Bence karamel yüzünden sevmedi. Çünkü karamel baskın ve ağır bir tad. Tatlılarda fazla kullanmamak lazım. Kup Griyede ise epey fazlaydı. Gerçi burada bu şekilde seviliyor herhalde. Servisi kusursuz hale getirmek isterlerse ilk defa Kup Griye deneyeceğini anladıkları müşterilere bu detayı hatırlatmalarında yarar olur. Bir porsiyon Kup Griye 13 TL. Lezzet, mekânın tarihi, servis açısından fiyat-beklenti oranı dengeliydi bence. Eşim ise bedava verseler bir daha yemez.
Dönüşte akşamüstü vapurunun yan tarafı yine püfür püfürdü.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Polo Cafe,Sahaf Festivali


Bir süredir eşimle beraber günlük 4 km yürüyüş yapmaya başladık. Malum yaş ilerliyor. İstanbul da temiz havaya sahip yürüyüş yolu bulmak zor. Olanlar da şehir dışında. Her gün buralara gitmek trafik nedeniyle imkânsız. Ancak hafta sonları mümkün olabiliyor. Biz de mecburen geniş kaldırımları olan, pek yokuşu olmayan güzergâhlar buluyoruz. Bunlardan biri Mecidiyeköy-Taksim arasındaki Halaskargazi Caddesi. Her iki yönden geniş kaldırımları olan caddede Roma ve Paris benzeri bulvar kafeleri mevcut.Yürüyüş sırasında yorulunca bu kafelerde gelen geçeni seyrederek bir içecek molası  vermek çok hoşumuza gidiyor.Tabi egzoz kokusuna katlanmak şartıyla. Halaskargazi Caddesindeki bir başka güzellik ise bir zamanlar zenginliğin sembolü olan ,hatta şarkılara konu olan Tarihi Şişli Apartmanları.Başınızı biraz yukarıya kaldırınca bu apartmanların muhteşem süslemelerini keyifle izleyebilirsiniz.Yine bu yolda birkaç müze de mevcut.Onları başka bir yazı konusu yapacağım.
Son yürüyüşümüzde hedefimiz Taksim Tepebaşı’nda açılan Sahaf Festivali idi. Mecidiyeköy’den başlayan yürüyüşümüzde bu defa bulvar kafelerinde mola vermedik. Harbiye civarına gelince bir kafenin önünde bahçe resimleri gördük ve orayı denemeye karar verdik. Mekanın ismi Polo Cafe(Cumhuriyet Caddesi No:111 Elmadağ).Kafeye girip bahçeyi görünce seçimimizden ötürü kendimizi tebrik ettik. Çünkü yüksek binalar arasında çok güzel bir bahçeye gelmiştik. Gelen geçeni bu defa seyredemeyecektik ama sessiz sakin bir yemek yiyecektik. Ceviz, incir ağaçlarının altında mönüyü inceledik ve hafif olması için birer salata söyledik. Burayı bizden önce serçeler keşfetmişti. Normalde çok ürkek olan bu kuşlar bu bahçede çok cana yakınlardı. Attığımız kırıntıları neredeyse avucumuzdan yiyeceklerdi. Binalar, trafik ve yoğun iş-güç İstanbul’u içinde bu küçücük doğa parçası bize ufak da olsa bir yürek sıcaklığı sağladı.
Salata yeşillikleri biraz gevşekti. Nedenini sorunca pazar günü olduğu için hal kapalı yanıtını aldık. Salatadaki peynirler ve ceviz kaliteli idi. O yüzden yeşillikler yüzünden pek olumsuz düşünce geliştirmedik. Yanında içtiğimiz limonata fena değildi. Fiyatlar ise İstanbul şartları için ne çok ucuz ne de çok pahalıydı. Mekân, yemek, servis açısından düşünürsek fiyat-beklenti bence dengeli oldu. İki salata ve iki limonata için 37 TL ödedik.




Yemek sonrası rotamıza devam ederek Tepebaşı’ndaki Sahaf Festivali alanına geldik. Buradan birkaç kitap alarak aktivitemizi tamamladık.