29 Aralık 2012 Cumartesi

Levent Tenis Kulübü,Kayra life Restaurant


                Hakkında güzel şeyler duyduğumuz Levent Tenis Kulübünün restaurantına ilk defa gittik.Cumartesi akşamı güzel bir yemek ve biraz canlı müzik dinlemekti niyetimiz.Kendine ait otoparkı ve vale hizmeti olması,üstelik bu hizmeti ücretsiz vermesi ilk pozitif izlenimimiz oldu.Bizim için sahneyi gören güzel bir masa rezerve etmişlerdi.Başlangıç olarak peynir-kavun,karışık zeytinyağlı tabağı ve mevsim salata söyledik.Ana yemek olarak hem eşim hem de ben orta pişmiş dana bonfile tercih ettik.Tabi yemeğin yanında rakı eksik değildi.Üzerine de bir porsiyon kaymaklı ayva tatlısını bölüştük.Birbirinden ayırmadan tüm yemekler sınıf geçer düzeydeydi.Ama akılda kalıcı olağanüstü bir lezzete rastlamadık.Servis ortalamanın üzerindeydi.Bizi hiç rahatsız etmeden,kendini de hiç eksik etmeden ,çok profesyonelce hizmet eden bir garsonumuz vardı.
                Sahnede Aşiyan isminde bir hanımefendi şarkılarıyla yemeğimize eşlik etti.Hatta zaman zaman söylediği dans parçalarına uyarak biz de dans ettik.O akşam epey keyifliydi.Bizim eşimle eğlence anlayışımızın birinci kuralı ,hatta yegane kuralı keyiflenmek.Keyif almadığımız bir yerde eğlenmiş de saymıyoruz kendimizi.
                Bu yemeğe 118 TL ödedik.Hesaba 4 TL kuver ücreti eklenmişti. Nazarlık olarak tek kusur bu oldu. Garsoniye ücreti yoktu.Bu yüzden bahşiş bıraktık.Mekan,servis ve lezzet, artı canlı müzik göz önüne alınacak olursa fiyat- beklenti oranı dengeli hatta biraz olumluydu.




22 Aralık 2012 Cumartesi

Cihan Derya Balık Lokantası,Samatya




              Zaman zaman Samatya’ya giderek oradaki balıkçılarda balık yemeye bayılıyoruz. Bu lokantalardan biride Cihan Derya Balık Lokantası. Bu Pazar eşimle beraber burayı ziyaret etmeye karar verdik. Yazın dışarıda otururuz genellikle ama hava soğuk olduğu için içeriyi tercih ettik. Epey kalabalıktı. Yer bulmakta zorlandık. Garsonlar bir servis masasını boşaltarak bize yer açtılar. Genelde ızgara tercih ederim ama bugün yağda kızarmış balık istedim.1 porsiyon hamsi ve 1 porsiyon palamut sipariş ettik. Yanında da güzel bir mevsim salata. Burada alkol yok. O yüzden kolaya talim ettik. Hamsi harikaydı. Böyle çıtır çıtır pişirmeyi evde beceremiyoruz. Palamut da çok güzeldi. Öyle güzel kızartmışlar ki 1 gram yağ emmemiş. Fakat palamutlar soğuk yüzünden biraz yağlanmış sanırım. Çünkü kuyruk kısımları bize yağlı geldi. Biz de gövdesinin tadını çıkardık. Yemeğin üzerine fırında helva çayla beraber damağımızı okşadı. Bu yemeğe 35 TL ödedik. Oldukça uygun bir fiyat. Bu yüzden fiyat-beklenti oranını pozitif olarak bildirmeliyim.




15 Aralık 2012 Cumartesi

Lacivert Restaurant


                İstanbul’un adı büyük lokantalarından biridir Lacivert. Eşimin doğum günü sebebiyle arkadaşlarımızın daveti üzerine bir cuma akşamını burada geçirdik. Bizi Rumelihisarı’ndan özel tekneyle aldılar. Gece Boğaz ve her iki yakası bambaşka güzel. Fatih Sultan Mehmet köprüsü ise ışıklarıyla Boğaz’ın gerdanlığı lafını hak ediyor.
                Lacivert Restaurant Fatih Sultan Mehmet köprüsünün Anadolu ayağının altında Anadolu Hisarı semtinde yer alıyor. Buraya Avrupa yakasından gitmek için lokantaya telefon ediyorsunuz, gelip sizi özel tekneleriyle Rumelihisarı önündeki iskeleden alıyorlar. Denize sıfır “yalı restaurant” konumunda bir mekân. Konumu, manzarası olağanüstü. Biz kış dönemi gittiğimiz için içeride yemek zorunda kaldık. Bu yüzden manzaranın keyfini pek çıkaramadık.
                Mönüye gelince et ve balık seçenekleri epey çok. Başlangıç olarak salata, kavun ve beyaz peynir söyledik. Ana yemek olarak ise eşim ve arkadaşımın eşi kâğıtta levrek, arkadaşım lüfer ızgara ısmarladı, ben kuzu sırt tercih ettim. Kuzu sırt sınıf geçer düzeydeydi. Diğerlerinin yemeklerinden de birer çatal aldım. Onlar da sınıf geçer düzeydeydi. Ama yemeklerin hiçbiri akılda kalıcı, olağanüstü lezzetler değildi. Örneğin Pandeli’de ve Grifin Balık’da yediğimiz kağıtta levreğin insanın akıl sağlığını bozarak oburluk günahına girmesine sebep olacak düzeyde olduğu düşünülürse ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Lacivert gibi büyük ismi olan bir yerde daha olağan üstü lezzetler beklediğim için sanırım biraz hayal kırıklığına uğradım. Aslında burada beni yemeklerden çok şaşırtan şey garsonlardan bazılarının ter kokmasıydı. Ortalama bir lokantada çok sık karşılaştığımız bu durumla Lacivert Restaurant’ta dahi karşılaşmak Türk lokanta sektörünün durumu konusunda endişelerimin artmasına yol açtı. Ayrıca servis olağanüstü değildi. Fiyat konusunda tam bir fikir sahibi olamadım. Çünkü hesabı arkadaşım ödedi. Yinede mönüye bakarken kuzu sırt fiyatına dikkat etmiştim.48 TL idi. Arkadaşımın bu işe merakımı bilmesine güvenerek sadece lüfer ızgara fiyatını ve kuver ve garsoniye alıp almadıklarını sordum. Lüfer 80 TL idi. Kuver ve garsoniye ücreti hesaba eklenmemişti. Bu açıdan Lacivert Restaurantı tebrik ediyorum.

7 Aralık 2012 Cuma

Ayazpaşa Rus Lokantası


Birkaç aydır buraya yolumuzu düşürmemiştik. Malum burası eşimin en sevdiği lokantaydı. Ancak Karaköyüm Lokantasını denedikten sonra burayı ikinci sıraya indirmişti.
Buranın adı Rus lokantası ama mönüsü Dünya Mutfağından. Örneğin mantarlı flaminyon Fransız, Schnitzel ise Avusturya-Alman mutfağından. Ayazpaşa Rus Lokantası benim kitabımda yer alan bir işletme olduğu için sanki kendi yerimmiş gibi sempati duyduğum bir mekân.
Buranın en sevdiğimiz yönlerinden biri sakinliği.(Gerçi bu özellik umarım bir süre sonra lokantanın kapanmasına sebep olmaz.)Bu akşam cumartesi olmasına rağmen sadece biz vardık. Eşim mantarlı flaminyon ben de portakallı ördek sipariş ettik. Bu yemekler özellikle eski filmlerde çok adı geçen yemeklerdi. Bu günlerde pek popüler değiller. Oysa eşim ve ben bu yemeklere bayılıyoruz. Üstelik ben et yemeklerini pek soslu sevmem. Ama burada hem hem flaminyonun hem de ördeğin sosları çok lezzetliydi. Biz yine çok keyif aldık. Yemeğin yanında bir Rus lokantasının olmazsa olmazı limonlu votka içtik. O da keyfimizi çakırlaştırdı. Tatlı olarak mereng tercih ederdik ama Rejans kapandıktan sonra bu tatlıyı bulmak zor. Rejans’ın sahipleri Akaretler de İtalyan lokantası açmış. Sanırım Rejans tamamen tarihe gömüldü. Biz de mereng olmayınca ayva tatlısı ile idare ettik. Salata ve tatlı dahil 115 TL hesap ödedik. Bana göre mekânın tarihi, servis ve lezzet göz önüne alınacak olursa fiyat-beklenti oranı dengeliydi.

1 Aralık 2012 Cumartesi

Waffle House,Capacity Alışveriş Merkezi


Bu öğle yemeğini kızımın dişçi randevusundan sonra gittiğimiz Capacity Waffle House’da yemeye karar verdik. Daha önceleri genellikle memnun kaldığım mekânda bu defa büyük hayal kırıklığına uğradım. Bir defalık bir şey mi yoksa kalitesini bozmaya mı başladı zamanla göreceğiz.
Kızım her zamanki gibi waffle istedi, bense gerek zaman darlığı gerekse hafif bir şeyler yeme isteği ile peynirli salata istedim. Waffle 5 dakikada geldi ve kızım yine keyifle yedi. Ancak benim salata 15 dakika ve 1-2 kez hatırlattıktan sonra gelebildi. Bu sürede ızgara pişer. Sonunda salatayı getiren kıdemli gibi görünen garsona (ki salatayı servis alan garson getirmedi) salatanın 15 dakikada geldiğini söylediğimde salata bu sürede çıkar gibi garip bir cevap aldım. Üstelik salatanın % 90’ı marul idi. İçinde az domates vardı, biraz da Akdeniz yeşilliği seçebildim. Yine içinde küçük taneli tuhaf bir mısır vardı. Peynir epey yağlıydı. Bunların hepsini yağla karıştırıp getirmişlerdi. Bu salataya 16 TL ödedim.16 TL ödediğim bir salatanın bana harika duygular yaşatması lazımken tatsız bir damak sahibi oldum. Bence fiyat-beklenti oranı çok dengesizdi. Umarım Waffle House ayarındaki bir lokanta bir an önce kendini düzeltir. Nasıl olsa müşteri, bol anlayışı onları geriye götürecektir. Çünkü müşteri böyle şeyleri çabucak fark edip mekâna artık yolunu düşürmeyecektir.

26 Kasım 2012 Pazartesi

Moda Sahili,Moda Teras Restaurant


Bu Pazar eşimin fakülteden arkadaşlarıyla yaptıkları kahvaltıya ben de katıldım. Kahvaltı Kalamış Koyunu panaromik gören olağanüstü manzaralı bir yerde, eski Moda iskelesinin biraz yukarısında Moda Teras isimli bir mekânda idi. Pazar brunch’ı adıyla açık büfe tarzında hazırlanmıştı. Benim açık büfe lafını duyunca tüylerim diken diken olur. Bir sürü orta veya düşük kaliteli ürünün insanoğlunun aç gözlülüğünü doyurmak istercesine sunulduğu, çoğu insanoğlunun da beklenti sahiplerini utandırmadığı bir sergi gibidir açık büfeler. Üstelik bir sürü para talep edilir bu ucube sergi için. Bu mekânda da önyargım beni hayal kırıklığına uğratmadı. Kahvaltılık malzeme kalitesi düşüktü. Kişi başı 46 TL alınan bir açık büfede harika ürünler kullanmak bence mümkün. Ama sanırım böyle harika bir manzaraya talep çok olunca, böyle bir fiyat koyup,”zaten bu paranın çoğunu manzara için alıyoruz, birde kaliteli ürün mü istiyorsunuz ?” düşüncesiyle yiyeceklere pek önem verilmemiş olmalı. Bizden önce birilerinin oturduğu belli olan masanın üzerinde kirli tabak, çatal vs. hala duruyordu. Biz oturunca kirli tabakları lütfen aldılar ama masayı temizlemeleri için tekrar uyarmamız gerekti. Sonuç olarak kötü yiyecekler ve kötü servisi göz önüne alacak olursak bence bu kahvaltı 46 TL etmez. Hadi yarısı manzara parası diyelim ama bu kahvaltı 23 TL bile etmez. Dolayısı ile fiyat-beklenti oranı negatif idi. Mekân epey doluydu. Bu yüzden sanırım ben haksızım.

20 Kasım 2012 Salı

Safranbolu, Kadıoğlu Şehzade Restaurant, Bolu,Seben


              Amasra’dan sonra yönümüzü Safranbolu’ya çevirdik. Amasra-Safranbolu arası yol biraz virajlı ancak inanılmaz güzellikte manzaralara sahip. Sonbaharın bütün renkleri içinde seyahat şahane oldu. Akşam saatlerinde Safranbolu’ya ulaştık. Bizi İstanbul’u aratmayan bir trafik karşıladı. Otelden yer ayırtmamıştık. Bir kaç otel dolaştık ama yer bulamadık. Etraftan insanlar burada yer bulamayacağımızı söyleyince Bolu’ya doğru devam ettik. Bu arada ben Safranbolu’yu pek sevmedim. Sanırım Amasra’nın o büyüleyici güzelliğinden sonra bana yavan geldi. Burada tarihi çarşıyı dolaştık. Güllü lokum aldık. Akşam yemeğimizi de Kadıoğlu Şehzade Restaurantta yedik. Kuyu kebabı, Safranbolu bükmesi, Şehzade pilavı, Saç kavurma, Şehzade salatası sipariş ettik. Hepsini paylaştık. Kuyu kebabı berbattı. Ama diğer yemekler güzeldi. Akılda kalıcı olağanüstü bir lezzete ise rastlamadım. Yemeğin üstüne ev baklavası ve çay içtik. Toplam 80 TL hesap ödedik. Bence mekân, servis ve lezzet göz önüne alınırsa fiyat-beklenti oranı dengeliydi.


                Bolu’da kaldığımız otelde kahvaltı yaptıktan sonra Seben’e doğru yola çıktık. Seben pek duyulmuş bir yer değil. Görülecek bir yeri de yok. Bizim Seben’e gitme sebebimiz ise Çeltikdere Köyü yakınındaki Bizans kilisesi kalıntısı. Eşim Bizans eserlerine bayılıyor. Köyün içinden yaklaşık 2 km patika yoldan kiliseye ulaştık. Eşim eseri incelerken biz kızlarla doğayı keşfettik. Öğle yemeğimizi bize doğa verdi. Ceviz, üzüm, erik, böğürtlen ile sonbaharın son günlerinde mükellef bir ziyafet çektik. Kızlar günün, belkide tüm gezinin en çok bu bölümüne bayıldılar. Dönüş yolunda rastladığımız bir alabalık çiftliğinde kızarmış alabalık yedik ve akşama İstanbul’a döndük.





11 Kasım 2012 Pazar

Amasra,Çeşm-i Cihan Restaurant,Amastris Otel


Karadeniz Ereğli’den sonra Zonguldak ve Bartın yoluyla Amasra’ya ulaştık. Gerçekten Fatih’in “Burası çeşm-i cihan mı lala!” dediği kadar var. Gördüğüm en güzel beldelerden biri. Harika bir yarımada, şahane manzaralar, nefis bir deniz. İnsanın işte tam yaşanacak yer dediği türden bir kasaba.
Amastris Otel’de konakladık.4 kişi 150 TL ödedik. Çok süper bir otel değil ama harika bir deniz manzarası var. Fiyat oldukça uygundu. Belki de sezon dışı olması sebebiyle bilemiyorum. Çünkü sezonda 350-400 gibi fiyatlardan bahsediliyor. Akşam yemeği için çok methini duyduğumuz Çeşm-i Cihan Restaurant’a gittik. Manzaralı, güzel bir masaya kurulduk. Mekânın çok revaçta olduğu belli. Çünkü epey masası olmasına rağmen boş masa bulmakta zorlandık.
Ana yemek olarak Karadeniz mezgiti, palamut ve çinekop ile küçük kızımız için tavuk şiş sipariş ettik. Meze olarak pilaki, kavun-peynir, haydari ve tabiki meşhur Amasra salatası söyledik. Bu salata görünüm olarak çok güzel.35-40 çeşit yeşilliğin karıştırıldığını söylüyorlar, üzeri de turp ve havuçla çiçek gibi süslenmiş. Ben salatanın olağanüstülüğünü göremedim. Bence bir pazarlama ve PR harikası. Amasra’ya gittiğimizi duyan tüm tanıdıklar “aman Amasra salatası yiyin” diye öğüt verdiler. Yedik, iyi, ama dediğim gibi olağanüstü akılda kalıcı bir şey değil. Bildiğin salata. Balıklar, mezeler ve tavuk şiş de güzeldi. Rakı ile birlikte pek güzel gitti. Üstüne fırında helva ısmarladık, onu da birer bardak çayla hakladık. Toplam 160 TL hesap geldi. Bence Anadolu şartlarında pahalı bir hesap. Otele 150 TL ödediğimiz göz önüne alınırsa hesabın pahalılığı daha bir ortaya çıkıyor. Bu yüzden mekân, lezzet ve servisi göz önüne alarak fiyat-beklenti oranının dengesiz olduğunu söylemeliyim.
Ertesi gün Amasra’da dolaştık. Eşimin pek sevdiği Bizans eserlerinden çok güzel örnekler gördük.45 dakikalık nefis bir tekne turu yaptık. Özetle harika bir Amasra seyahati oldu. Burayı tekrar geleceğimiz beldeler arasına koyduk. Akşam Üzeri Safranbolu’ya doğru yola çıktık.





5 Kasım 2012 Pazartesi

Batı Karadeniz Turu,Akçakoca,Bolu Kardeşler Lokantası



          Bu bayram tatilinde ailece Batı Karadeniz turu yapmaya karar verdik. İlk durağımız Akçakoca oldu. Hava çok yağmurlu olunca Akçakoca’yı pek dolaşamadık. Sadece bir öğle yemeği yedik. Ben yine esnaflara sorarak Bolu Kardeşler Lokantası isimli bir mekân tespit ettim. Güzel, temiz bir esnaf lokantasıydı. Kızlar ve eşim birer İskender söyledi, ben orman kebabı istedim. Önce bir az ezo gelin çorbası içtim. Çok güzeldi. İskender ve orman kebabını da çok beğendik. Salata içecekler dahil 4 kişi 47.50 TL hesap ödedik. Bu İstanbul şartlarına göre çok ucuz Anadolu şartlarına göre normal bir hesap. Servis de gayet içtendi. Resim çekmeye çalışırken personelin yardım çabası Anadolu misafirperverliğinin bir yansımasıydı. Fakat aksilik fotoğraf makinemiz tam o anda bozuldu.(aşağıda bir resim örneği varJ)Geri kalan tüm tatil boyunca kameranın düşük pikseline muhtaç olduk. Lezzet, servis ve mekânı değerlendirecek olursak fiyat-beklenti oranı bence dengeliydi. Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi çaylar şirkettendiJ.
                Akçakoca’dan Karadeniz Ereğlisi’ne geçtik. Ereğli’de eşimin çok sevdiği Bizans eserlerinden var. Örneğin eski bir Bizans kilisesi olan Orhan Cami. Bu eseri gördükten sonra biraz sahilde yürüyüş yaptık. Ben 100 Tarihi Lokanta kitabımda yer alan bir lokantaya uğradım ama bayram nedeniyle kapalıydı.(Hasan Kuru Pide Salonu ya da diğer adıyla Meşhur Pideci Hasan))O güzelim pidelerden yiyemedik.
                Ereğli’den sonra Zonguldak ve Bartın yoluyla Amasra’ya vardık. Amasra yazısı daha sonra.



31 Ekim 2012 Çarşamba

Kabataş-Adalar Vapuru,Heybeliada,Mavi Restaurant


Bu hafta ziyaretimize Burdur’dan annem ve babam geldi. Onları daha önce hiç Adalar’a götürmemiştik. Pazar günümüzü hep birlikte Heybeliada gezisi ile değerlendirmeye karar verdik. Heybeliada’yı tercih sebebimiz yürüyüş yolunun daha kısa ve iniş çıkışların daha az olmasıydı.
Kabataş’tan 1,5 saat vapur yolculuğu sonrasında Heybeliada’ya vardık. Önce sahil kafelerinin birinde birer yorgunluk çayı içtik ve iki taraflı ada evlerinin olduğu manzaralı ve yeşilliklerle dolu yoldan yürüyüşe başladık. Bu yol aynı zamanda fayton ve bisiklet yolu. Aslında bisiklet bizim de tercihimiz olabilirdi ama annem bisiklet binmeyi bilmediği için yürüyüşü tercih ettik. Yaklaşık 8 km olarak tahmin ettiğimiz yolu dinlene dinlene 3 saatte kat ettik. Daha önce Polonezköy yürüyüş parkuru için yazdığım tuvalet eleştirisini burası için de belirtmeliyim. Uzun yürüyüş parkurunda maalesef tuvalet yok.
Yürüyüş sonrasında karnımız acıktı. Ben ilk defa gittiğim bir yerde yemek yiyeceğimde esnafa sorarım. Bu defa yine öyle yaptım ve Mavi Restaurant yanıtını aldım. Mekân sahildeki diğer restaurantlara göre daha doluydu. Bu da benim için önemli bir tercih sebebidir. Özellikle yerli halkın mekânı tercihi beni de o mekâna yönlendirir. Mavi Restaurantta biraz vakit geçirince yan masalardaki konuşmalardan müşterilerin çoğunluğunun ada sakinleri olduğunu fark ettik.
Tekir tava, istavrit tava ve ızgara köfte ile salata, yoğurtlu patlıcan kızartma ve enginar dolması sipariş ettik. Birer de birayla pek güzel oldu. Tekir ve istavritler hem taze hem de kıvamında kızartılmıştı, çıtır çıtırdı. Izgara köfte sıradandı. Salata ve kızartmayı beğendik. Bu restauranttaki akılda kalıcı tek olağanüstü lezzet enginar dolmasıydı. Gerçekten yediğim en güzel enginar dolması bu oldu.4 kişi bu yemeğe 110 TL ödedik. Bunun 8 TL’si kuver ve 10 TL’si de garsoniye ücreti idi. Benim kuver ve garsoniye ücreti konusundaki olumsuz görüşüm malum. Bu ücretleri alan lokantaları hiç etik bulmuyorum. Bu yüzden bir de bahşiş bırakmadık. Zaten ekstra bahşişi hak edecek bir servisleri de olmadı. Sonuç olarak mekan, lezzet ve servisi değerlendirecek olursak bence fiyat-beklenti oranı dengeliydi. Ancak kuver ve garsoniye ücreti gibi hesap şişirmeye yönelik uygulamalarından ötürü sınıfta kaldılar.
Dönüşte vapur çok kalabalıktı. Dördümüzde ayrı yerlere oturmak zorunda kaldık. Hatta yolculuğun bir kısmını eşimle ben yerde oturarak geçirdik. Pazar günleri akşam üstü daha fazla vapur seferi koymak gerekir kanımca.




23 Ekim 2012 Salı

Dolmabahçe Caddesi,Karaköyüm Restaurant


Dolmabahçe Caddesinin geniş kaldırımları bizim çoğunlukla tercih ettiğimiz yürüyüş güzergahımızdır. Bazen Dolmabahçe Cafe’de soluklanırız.Burasının harika bir konumu var.Boğazın serin dalgalarının dibinde çayınızı yudumlayabilirsiniz.Mevkisi ve denize sıfır olmasına rağmen çok ucuz bir mekandır.Sanırım devlet tarafından işletildiği için böyle.Tabi servisi tahmin edersiniz yine aynı sebepten ötürü çok yavaş.
Bu akşam yürüyüşümüzü Karaköy’e kadar uzattık.2 yıldır gitmediğim ama aslında çok sevdiğim bir lokantaya eşimi götürdüm; Karaköyüm Restaurant.Tramvay yolu üzerinde Bankalar Han’ının en üst katındaki,tarihi yarımada manzaralı mekanı iki sevimli ve işbilir hanımefendi işletiyor.Biz gittiğimizde lokantada bir nişan töreni vardı.Yine de bizi bir köşede ağırladılar.Başlangıç olarak şefin seçimi 4 çeşit mezeden oluşan meze tabağı,peynir-kavun ve Akdeniz Salatası,ana yemek olarak ise eşim Levrek Pane ,ben de Levrek Bohçası ısmarladık.Tabi birer duble de rakı.Mezeler,çerkes tavuğu,haydari,pancar turşusu,deniz börülcesiydi.Gerçekten hepsi çok lezzetliydi.Levrek paneyi eşim çok beğendi.Ben de ucundan tattım ve beğendim.Üstelik bitiremeyeceğimiz kadar büyük bir porsiyondu.Fazlasını apartmandaki kedimiz için paketlettik.Bu arada apartmanın önünde bazen de içinde beslediğimiz bir kedimiz var.Adı “Sürtük”.Yanlış anlaşılmasın,insanın bacaklarına sürtünmeye bayılıyor.O yüzden ismi öyle.Neyse levreğe dönelim.Benim Levrek Bohçası yufka benzeri bir hamur işine sarılı geldi.Üzerinde kaşar eritilmişti.Lezzet gerçekten üst düzeydeydi.Ama ben de yemeğimi bitiremedim,çünkü bu da büyük porsiyondu.Keşke garsonumuz bizi porsiyonların büyüklüğü konusunda uyarsaydı demekten kendimizi alamadık.Sadece bir ana yemek bize yetecekti.İşte “Mükemmellik ayrıntıda gizlidir” lafı böyle durumlar için geçerli.Mekan çok güzel,lezzetler harika,servis iyi,manzaranın dünyada eşi yok ama bu küçük ayrıntı eleştiri noktamız oldu.Fazla büyüttüğümü düşünmeyin çünkü büyük porsiyon yemek veren bir çok lokantada yiyemeyeceğim kadar sipariş verdiğimi gören garsonların uyarılarıyla karşılaştım ve çok memnun oldum.Servis konusunda bir yazı yazmam gerekecek sanırım.
Yemeğin üzerine Antakya usulü hazırlanmış kabak tatlısı yedik.Tatlının üzerine Antalya usulü tahin koydurduk.Yanında çayla pek güzel oldu.Toplam 110 TL hesap ödedik.Lezzet,mekan ve servisi göz önüne alarak fiyat-beklenti oranı bence dengeliydi.
Eşim Karaköyüm Restaurant’a bayıldı.Hatta en favori lokantası Ayazpaşa Rus Lokantası idi.Şimdi Karaköyüm Restaurant oldu.




14 Ekim 2012 Pazar

Beşiktaş-Kadıköy Vapuru, Çiya, Baylan Pastanesi


Fenerbahçe taraftarı olmam nedeniyle Kadıköy bana hep sempatik gelmiştir. Çarşısı, sahafları, lokantaları, antikacıları, Bahariye Caddesi, Moda ve daha birçok yeri.
Bu Pazar eşimle Kadıköy gezisi yapmaya karar verdik. Beşiktaş’tan vapurla Kadıköy’e geçtik. Yazın son günlerinde vapurun yan tarafında seyahat etmek çok keyifli oldu. Çarşıda biraz turladıktan sonra ilk durağımız Çiya oldu. Bu lokanta son zamanlarda epey gözde. Kebap bölümü ve yöresel yemekler bölümü olarak ayrılmış. Biz çoktandır lahmacun yemediğimiz için 2 lahmacun,2 ayran sipariş ettik. Lahmacun kaliteli bir lahmacundan beklenebilecek her şeye sahipti. Dürüstçe hazırlandığı belliydi. Ayran ise pakette geldi. Bence Çiya formatındaki bir lokanta kendi ayranını sunmalı.15 TL hesap ödedik. Lezzet, mekân, servis göz önüne alınacak olursa bence fiyat-beklenti oranı dengeliydi.
Yöresel yemeklerin satıldığı bölümde yabancı turist yoğunluğu dikkatimi çekti. Ben daha önce buranın yöresel yemeklerinin tadına baktığım için lezzetini biliyorum. Yabancıların da burayı keşfetmiş olması çok hoşuma gitti. Demek ki iletişim çağında iyi şeyler hızla tüm dünyaya yayılabiliyor.
Yemek sonrası Akmar Pasajındaki sahafları gezdik. Bahariye caddesinde vitrin yürüyüşü yaptık. Eve dönmeden önce epeydir methini duyduğumuz Baylan Pastanesinde Kup Griye yemeye gittik. Bu tatlı Baylan tarafından icat edilmiş ve pastanenin alamet-i farikası olmuş. Yani Baylan bu tatlıyla anılıyor. Vanilyalı ve karamelli dondurma üzerine krem şanti, içine bal badem ve üzerine de karamel sos konarak hazırlanmış. Ben çok beğendim. Krem şantiyi pek sevmem ama buradakini sanırım kendileri hazırlamıştı. Çok güzeldi. Eşim ise pek beğenmedi. Tatlısı fazla geldi. Bence karamel yüzünden sevmedi. Çünkü karamel baskın ve ağır bir tad. Tatlılarda fazla kullanmamak lazım. Kup Griyede ise epey fazlaydı. Gerçi burada bu şekilde seviliyor herhalde. Servisi kusursuz hale getirmek isterlerse ilk defa Kup Griye deneyeceğini anladıkları müşterilere bu detayı hatırlatmalarında yarar olur. Bir porsiyon Kup Griye 13 TL. Lezzet, mekânın tarihi, servis açısından fiyat-beklenti oranı dengeliydi bence. Eşim ise bedava verseler bir daha yemez.
Dönüşte akşamüstü vapurunun yan tarafı yine püfür püfürdü.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Polo Cafe,Sahaf Festivali


Bir süredir eşimle beraber günlük 4 km yürüyüş yapmaya başladık. Malum yaş ilerliyor. İstanbul da temiz havaya sahip yürüyüş yolu bulmak zor. Olanlar da şehir dışında. Her gün buralara gitmek trafik nedeniyle imkânsız. Ancak hafta sonları mümkün olabiliyor. Biz de mecburen geniş kaldırımları olan, pek yokuşu olmayan güzergâhlar buluyoruz. Bunlardan biri Mecidiyeköy-Taksim arasındaki Halaskargazi Caddesi. Her iki yönden geniş kaldırımları olan caddede Roma ve Paris benzeri bulvar kafeleri mevcut.Yürüyüş sırasında yorulunca bu kafelerde gelen geçeni seyrederek bir içecek molası  vermek çok hoşumuza gidiyor.Tabi egzoz kokusuna katlanmak şartıyla. Halaskargazi Caddesindeki bir başka güzellik ise bir zamanlar zenginliğin sembolü olan ,hatta şarkılara konu olan Tarihi Şişli Apartmanları.Başınızı biraz yukarıya kaldırınca bu apartmanların muhteşem süslemelerini keyifle izleyebilirsiniz.Yine bu yolda birkaç müze de mevcut.Onları başka bir yazı konusu yapacağım.
Son yürüyüşümüzde hedefimiz Taksim Tepebaşı’nda açılan Sahaf Festivali idi. Mecidiyeköy’den başlayan yürüyüşümüzde bu defa bulvar kafelerinde mola vermedik. Harbiye civarına gelince bir kafenin önünde bahçe resimleri gördük ve orayı denemeye karar verdik. Mekanın ismi Polo Cafe(Cumhuriyet Caddesi No:111 Elmadağ).Kafeye girip bahçeyi görünce seçimimizden ötürü kendimizi tebrik ettik. Çünkü yüksek binalar arasında çok güzel bir bahçeye gelmiştik. Gelen geçeni bu defa seyredemeyecektik ama sessiz sakin bir yemek yiyecektik. Ceviz, incir ağaçlarının altında mönüyü inceledik ve hafif olması için birer salata söyledik. Burayı bizden önce serçeler keşfetmişti. Normalde çok ürkek olan bu kuşlar bu bahçede çok cana yakınlardı. Attığımız kırıntıları neredeyse avucumuzdan yiyeceklerdi. Binalar, trafik ve yoğun iş-güç İstanbul’u içinde bu küçücük doğa parçası bize ufak da olsa bir yürek sıcaklığı sağladı.
Salata yeşillikleri biraz gevşekti. Nedenini sorunca pazar günü olduğu için hal kapalı yanıtını aldık. Salatadaki peynirler ve ceviz kaliteli idi. O yüzden yeşillikler yüzünden pek olumsuz düşünce geliştirmedik. Yanında içtiğimiz limonata fena değildi. Fiyatlar ise İstanbul şartları için ne çok ucuz ne de çok pahalıydı. Mekân, yemek, servis açısından düşünürsek fiyat-beklenti bence dengeli oldu. İki salata ve iki limonata için 37 TL ödedik.




Yemek sonrası rotamıza devam ederek Tepebaşı’ndaki Sahaf Festivali alanına geldik. Buradan birkaç kitap alarak aktivitemizi tamamladık.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Polonezköy,Leonardo Restaurant,Gospoda


                Bu pazar aile kahvaltımızı Polonezköy’de yapmaya karar verdik.Adet olduğu üzere,teknolojik imkanlardan yararlanarak,Polonezköy kahvaltı mekanları hakkında bilgi almak üzere internete başvurduk.Açık ara ile Leonardo Restaurant tavsiye ediliyordu.Bir bölgede popüler olmuş mekanlarda pek sürprizle karşılaşılmaz.Genelde yemekler lezzetli ve fiyatlar pahalıdır.Bu seferde öyle oldu.Açık büfe kahvaltı,portakal suyu ve kahve için kişi başı 52 TL ödedik.Kahvaltılık malzemeler kaliteli ve lezzetliydi.Buna rağmen 52 TL’ye değer miydi derseniz bence hiçbir kahvaltı 52 TL etmez.Ancak olağanüstü bir manzara veya ambiyans eşliğinde,sıra dışı bir menü bu fiyat edebilir.O da zaten herhalde çok az bulunan bir şey.Gerçi mekanda oturacak yer bulmakta  zorlandığımıza göre ben yanılıyor da olabilirim.
                Bu tür popüler mekanları tercih etmenin ikinci sakıncası ise,burası özellikle sık gitmediğiniz bir bölge ise,yeni mekanları keşfetme olanağından yoksun kalmaktır.Nitekim biz Leonardo Restaurant’ı tercih etmekle buranın hemen karşısındaki Gospoda isimli sevimli aile çay bahçesini es geçmiştik.Polonezköy yürüyüş parkurundaki  turumuzdan sonra çay içmek için girdiğimiz mekanda bizi olağanüstü Polonya tatlıları ile güleryüzlü bir hanım işletmeci karşıladı.5 nesildir Polonezköylü olan bir ailenin temsilcisi olduğunu söyleyen Agnes Modlinska isimli hanımefendinin yaptığı Piernik ve Rolada Biszkoptacud adlı Polonya tatlılarından yedik.Piernik,bal ve çeşitli baharatlarla,Rolada ise elma püresinin kek hamuruna benzer ince bir hamura rulo şeklinde sarılmasıyla hazırlanmıştı.Her iki tatlı da çok hafif ve lezzetliydi.Burada kahvaltı servisi de yapıldığını öğrendik.Bir dahaki Polonezköy ziyaretimizde buranın kahvaltısını denemeye karar verdik.Fiyatları da çok pahalı değildi.2 tatlı,2 çay ve bir şişe suya 25 TL ödedik.
Mekanları anlatırken Polonezköy Yürüyüş Parkurunu unutmayalım.4800 metrelik, her iki tarafı ağaçlarla çevrili,ağaç dallarının yolun üstünde birbirine sarılması sonucu oluşan koyu gölgenin içinden geçilen inanılmaz güzellikte bir “Tünel Yol”.Güzergah biraz inişli çıkışlı olmasına rağmen yolun güzelliğinin yorgunluğu emdiği parkurda biz harika zaman geçirdik.Eylül ayının insana ikram ettiği fındık elma ve henüz tam olgunlaşmamış olmasına rağmen kestane ağaçlarının meyvelerinden de sebeplendik.Bu yolla ilgili tek eleştirim,yol boyu hiç tuvalet ve su içilecek yer olmaması.Bu kadar güzel bir doğa harikasında,yürüyüş esnasında yorulan veya tuvalet ihtiyacı olanların yararlanabileceği ,biraz su içip el yüz yıkayabileceği ,doğal yaşama uyacak ,küçücük bir tesis hiç fena olmazdı bence.Bir hayli uzun olan parkurda gençler ve yetişkinler bile zorlanırken yaşlı ve çocukların özellikle tuvalet sorununu nasıl hallettiklerini tahmin edersiniz.

Polonezköy’ü hararetle tavsiye ediyorum.

100 Tarihi Lokanta

                   
                  Ukalalık gibi olmazsa yeme-içme meraklılarının çoğunun duyduğunu tahmin ettiğim kitabımdan söz etmek istiyorum.Zaman zaman kitabın yazılış aşamasında yaşadıklarımı da yazacağım.Konuyla ilgili sorularınızı memnuniyetle cevaplarım.
                  Aslen Burdurluyum.Lokanta merakım ilk orada başladı.5 yıl babamla beraber bir lokanta işlettik.Şu kadarını söyleyeyim:dünyanın en zor işlerinden biri.Çünkü uyku hariç tüm zamanınızı alan bir iş.Hatta Anadolu'da şöyle bir söz var:
               "Lokantacının parası pul,karısı dul!" 
Anlayacağınız çok zaman alan bir iş o yüzden pek sosyal hayatınız olamıyor. Çok fedakar bir eşe sahip olmanız gerekir.Bir çok kişiden duyuyorum:ben bir lokanta açmak istiyorum diye.İki kere düşünmelerini öneririm.
               Lokanta maceramdan sonra İstanbul maceram başladı.Zaten kitaba da bu dönemde hazırlandım.Evet önce ben hazırlandım,sonra kitabı hazırladım.Yazdım demeyi yanlış buluyorum.Çünkü onu ben yazmadım.Tarihi lokanta sahipleri yazdı,ben onların ağzından aktardım ve derledim.
              Hazırlık,araştırma,gezi ve söyleşiler,görüşme çözümlemeleri,yazı,düzenleme,tasarım ve baskı aşamaları neredeyse iki yıl sürdü.Ekim 2010 da raflardaydı.Kitabı Cinius Yayıncılık bastı.Zeynep ve Diren'e buradan sonsuz teşekkürler.Çok kahrımı çektiler ,iki yıl geçti hala çekiyorlar :)
               Bu arada birde ödül aldık.100 Tarihi Lokanta,Gourmand Awards tarafından 2010 yılının dünyada en iyi üçüncü rehberi olarak ödüllendirildi.(Gourmand Awards 2010 Best Guide 3rd.)
              100 Tarihi Lokanta'nın hikayesi kısaca böyle.
              Tanıdığım bir çok insanın lokanta açmak ve kitap yazmak gibi bir hayali var.Ben çok şanslıyım.Hem lokanta açtım hem de kitap derledim.Umarım herkes hayaline kavuşur.

Kuver =Ayak bastı parası!



Uzun zamandır lokantaları dolaşırım. Çok sevdiğim yerlerdir. Çok sık görünümlü yerlerde berbat yemeklere, çok salaş yerlerde ise nefis yemeklere rastlamışlığım çoktur. Bugün bunlardan bahsetmeyeceğim. Epeydir kafamı yoran ve beni sinirlendiren bir konudan dem vuracağım. Kuver adı verilen, bence lokantaya “ayakbastı parası” olan bir ücretlendirme çeşidi. Bu uygulamaya biraz şıkça olan pek çok lokantada rastlıyorum. Önce “kuver” nedir onu açıklığa kavuşturalım.
Kuver; lokantaya gittiğinizde size açılan servisin, tabak, çatal, bıçak kullanma hakkının ücretidir. Bazı insaflı! Lokantalarda ise çatal bıçağa ilaveten, tereyağı, zeytinyağı, peynir vs. gibi aperatifler de bu kuvere dahil edilir. Normal şartlarda ücret alınması ayıp olan çatal, bıçak kullanım hakkı parayla satılmaktadır. Yine normal şartlarda ücretsiz olması gereken, ikram olarak nitelendirilen, talebiniz olmadığı halde masaya gelen ıvır zıvırların da ücretlendirilmesi hiç etik değil.
Türkiye’de, özellikle İstanbul’da lokantalardaki yemek fiyatları oldukça pahalı. Hatta işin uzmanları dünyanın bir çok ülkesinden daha pahalı olduğunu yazıyorlar. Bu fiyatların üzerine bir de kuver ücreti, garsoniye ücreti gibi eklemelerle faturayı kabartan lokantalara bir çift sözüm olacak:
-Dikkat edin! Bindiğiniz dalı kesiyorsunuz. Medeni ülkelerde insanlar dışarıda çok yemek yerler. Ülkemizde de eğitim ve gelir düzeyi arttıkça dışarıda yemek yeme alışkanlığı giderek artmakta. İnsanlar dışarıda yemek yemeye alışırken onları bu tür keyfi ve açgözlü ücretlendirmelerle işletmenizden ve sektörünüzden soğutmayınız. Uzun vadede çok zararlı çıkarsınız. Ben kendi adıma, benden kuver parası, yüzde bilmem kaç garsoniye ücreti adı altında ekstra ücret alan lokantalara ikinci kez gitmiyorum.
Düşünün ailece bir lokantaya gidiyorsunuz.  Önce arabanızı lokantanın otopark görevlisine teslim ediyorsunuz. Peşin veya yemek sonrası arabayı teslim alırken bir ödeme! Lokantaya giriyorsunuz, masaya oturuyorsunuz, oturur oturmaz adam başı birer “kuver” ücreti! Yemekleri seçiyorsunuz, epey pahalı ama zararı yok, bunu zaten göze aldınız. Hesap % 10-15 garsoniye ücreti eklenmiş olarak geliyor. Hele bide tuvaletlerin önünde kolonya ve peçete tutan bir görevli varsa ona da bir bahşiş! Üstüne üstlük bizde hesap pusulasını incelemek ayıp sayıldığı için, garsoniye ücreti ödediğinizi fark etmeden bahşiş bırakıyorsunuz. Yemeğin üstüne içtiğiniz, milli özelliğimiz olarak iddia edilen misafirperverliğin gereği olarak ikram edilmesi gereken çay ve kahveye ödenen ücreti saymıyorum bile. Bütün bunların sonucunda, normalde ödemeniz gerekenin iki katı hesap ödemiş olarak evinize gidiyorsunuz. Bir daha dışarı yemeğe çıkarken iki defa düşünüyorsunuz.
Lokanta sektörü çok zor bir sektör. Kabul ediyorum. Ama bu müşterinin cebinden daha fazlayı nasıl alırım noktasına gelmemeli. Daha iyi hizmet, etik ve namuslu bir fiyatlandırma, ek hizmetlerin ücretsiz olması lokantalara uzun vadede çok daha fazla kazanç getirecektir.
Afiyet olsun!

Hayırlı işler!